Gösteri Toplumu ve Kimliğin Pazarlanması

Gösteri Toplumu

Toplum, eskiden insanların birbirini görmeden yaşadığı bir ağ gibi işliyordu. Bugünse tam tersi: görülmeden var olunmuyor. “Gösteri toplumu” kavramı, tam da bu dönüşümü anlatıyor. Fransız düşünür Guy Debord, 1967’de yayımladığı La Société du Spectacle (Gösteri Toplumu) adlı eserinde, modern dünyanın bireyleri “seyirlik bir yaşamın figüranları” haline getirdiğini söyler.

Peki biz gerçekten kim olduğumuzu yaşıyor muyuz, yoksa sadece “görülmek” için düzenlenmiş bir hayatı mı sergiliyoruz?


Gösteri Toplumunun Doğuşu

20. yüzyılın ortalarında, sanayi üretiminden tüketim kültürüne geçiş yaşanıyordu. Reklamlar, markalar ve medya, “yaşam tarzı” da satmaya başladı. Bu dönemle birlikte Debord’un “gösteri” kavramı ortaya çıktı:

    “Gösteri, mevcut yaşamın bir görüntüye dönüşmesidir.”

    Artık insanlar sadece yaşamakla kalmıyor, nasıl yaşadıklarını göstermekle de ilgileniyordu.
    Bu dönüşüm, zamanla bugünkü sosyal medya kültürünün de temelini attı.


    Kimlik Bir Gösteriye Dönüşüyor

    Kimlik, sosyolojide genellikle bireyin kendini ve toplum içindeki yerini tanımlama biçimi olarak ele alınır. Ancak gösteri toplumunda kimlik, bir “sahne performansına” dönüşür.
    Instagram profilleri, LinkedIn özgeçmişleri, YouTube kanalları… Aslında hepsi birer kimlik vitrini halindedir.

    Bu tür mecralarda yapılan paylaşımlar, “ben kimim?” sorusuna verilen bir cevap haline gelir ama bu cevap, içtenlikten çok algı yönetimiyle ilgilidir.
    Kendimizi, ne olduğumuzdan çok nasıl görünmek istediğimiz üzerinden inşa ederiz.


    Görülme Arzusu ve Yeni Nesil Onaylanma

    Debord’un öngördüğü şey, bugün “beğeni ekonomisi”yle somutlaştı. Sosyolojik olarak insanın onaylanma isteği elbette yeni bir şey değil ama artık bu ihtiyaç sayısal biçimlere büründü.
    Beğeni, takipçi ve izlenme sayısı, bir tür toplumsal sermayeye dönüştü.

    Sosyolog Pierre Bourdieu’nün kavramıyla söylersek: “Beğenilmek”, artık kültürel ya da sosyal sermaye birikiminin bir parçası.
    Ama bu sermaye oldukça kırılgan. Bir gün binlerce kişi sizi beğenirken, ertesi gün sessizlikle karşılaşabilirsiniz.


    Tüketim Kültürü ve Kimlik Pazarı

    Baudrillard’ın Tüketim Toplumu’nda söylediği gibi, insanlar artık ürünleri ihtiyaç için değil, sembolik anlamları için satın alıyor. İçtiğimiz kahvenin markası, bir giyim tarzı, bir tatil fotoğrafı… Hepsi kimliğin pazarlama araçlarına dönüşüyor.

    Kendini ifade etmenin en kolay yolu, tüketmek haline geldi. Ancak bu ifade biçimi sahici olmaktan uzak: Biz satın aldığımız şeylerle değil, gösterdiğimiz kimlikle ölçülüyoruz.

    Kimliğimiz, bir “marka” gibi yönetiliyor: Logo yerine yüzümüz, slogan yerine biyomuz, reklam yerine ise story’lerimiz var.


    Gösterinin Yeni Sahnesi Sosyal Medya

    Debord’un kitabında televizyon ve sinema dönemi için söylediği şeyler, bugün birebir sosyal medya için geçerli. Artık herkes kendi filminin hem yönetmeni hem oyuncusu haline geldi. Ama her hikâye “gerçek” değil.

    Filtreler, düzenlenmiş kareler ve “story highlight”lar, kimliğin yalnızca seçilmiş yönlerini sergiliyor. Sosyolojik olarak bu, “performative identity” dediğimiz bir kavrama denk düşer, yani kimlik bir performanstır, oynanır.

    Bu durum yalnızca bireysel bir mesele değil, toplumsal normları da etkilemekte. Çünkü sürekli “iyi görünen” bir dünyada, herkes kusursuz olma baskısı altına girer.


    Gösteri ve Yabancılaşma

    Debord’un en çarpıcı tespiti şudur:

    “Gösteri, insanın yaşadığı şeylerden uzaklaşmasıdır.”

    Yani gösteri toplumu, bireyi hem kendisinden hem de diğer insanlardan yabancılaştırır. Her şey izlenmek için yaşandığında, yaşamanın kendisi kaybolur. Örneğin; kahvaltının tadını çıkarmak yerine onu fotoğraflamak veya manzarayı izlemek yerine paylaşmak. İşte bu gibi davranışlar, modern yabancılaşmanın en görünür hâli.


    Gerçekliğin Ağırlığı ve Kaçış İsteği

    Gösteri toplumunda her şeyin parladığı bir ön yüzü vardır ama kimse arka yüzünü gerçekten görmek istemez.
    Bu yüzden “mental health” içerikleri bile birer estetik biçime bürünür; sade bir oda, bitki dolu bir masa, motivasyonel bir alıntı gibi.

    Oysa gerçek iyilik hali, paylaşılmak için değil yaşanmak için vardır. Sürekli “iyi görünme” baskısı, aslında bireyin kendi kırılganlığını bastırma biçimidir.

    Psikolojik olarak bu durum, sürekli bir özdeşleşme ve kıyas döngüsünü doğurur. Bir başkasının hayatı bizim için referans haline gelir; kendi yaşam deneyimimiz, izlediklerimizin gölgesinde kalır.


    Gösteriden Gerçekliğe Dönmek Mümkün mü?

    Debord’un kitabında yaptığı çağrısı radikaldi: Gösteriyi reddetmek ve hayatı yeniden sahiplenmek. Günümüzde bu çağrı, “dijital detoks” veya “yavaş yaşam” akımlarında yankı buluyor.

    Ama asıl mesele ekranı kapatmak değil; niyetimizi sorgulamak. Paylaştığımız şey insanlarla gerçek bir bağ kurmamızı mı sağlıyor, yoksa sadece bir boşluğu mu dolduruyor? Kendimizi gerçekten ifade mi ediyoruz, yoksa başkalarının beklentilerini mi oynuyoruz?

    Gösteri toplumu içinde bile sahicilik mümkündür; yeter ki görünür olmakla var olmayı karıştırmayalım.


    Gerçeklik Aynaya Bakabilmekte

    Gösteri toplumu kavramını irdelemek bize bir ayna uzatıyor. Ama maalesef o aynada gördüğümüz yansıma, çoğu zaman bizim değil, sistemin istediği “ideal benlik”.

    Kendimizi yeniden tanımlamanın yolu, bu aynaya dürüstçe bakmaktan geçiyor. Bu noktada kim olduğumuzu içtenlikle hatırlamaya çalışmak en özgürleştirici eylem.

    Belki de gerçekten var olmak, görülmemek cesaretini gösterebilmektir.


    Önerilen Yazılar:

    “Gösteri Toplumu ve Kimliğin Pazarlanması” için bir yanıt

    1. […] Gösteri Toplumu ve Kimliğin Pazarlanması Sanatın İyileştirici Gücü ve Ruh Sağlığına Etkisi […]

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir